Yerli ve milli irmik helvası

‘Yok artık’ dedim eve sipariş ettiğimiz çiğ köftecinin irmik helvası ambalajının üzerinde yerli üretim etiketini görünce… 

Bunun ithal olanı da mı var? 

İrmik helvası da bugüne kadar yediklerimin en kötüsüydü bu arada… 

Aslında etiketler (ve sloganlar) enformatif bir unsur olmaktan öte (bazıları için gönülsüz ve gösteriş için olsa da) sosyal, kültürel ve ideolojik bir kulübün üyesi olmanın veya olmak istemenin başka bir işareti artık. 

Aşırı dozda hamaset. 

Ne yaptığının, ne ürettiğinin veya ne olduğunun değil… Bir savunma kalkanı adeta… 

Bugünlerde izlediğimiz birçok reklam filmi de öyle değil mi? 

Bir bankanın vereceği kredinin mesajı niye birlik beraberlik olur? 

Bir beyaz eşya üreticisinin ‘yapamazsınız dediler, inadına’ yaptık temalı bir reklamı vardı geçende.

Kim diyor yapamazsın diye, neden diyor, neden desin?!

Niye yapamayacakmışız ayrıca… Yaptıklarımızı inat etmeden, normal şartlarda yapamıyor muyuz? Kendi istediğimiz için yapabilecek kapasitemiz yok mu bizim? 

Elbette ki var! 

Beyaz eşya da üretiyoruz, otomobil de… 

Uzay mekiği de üretebiliriz, füze de…  

******

Felsefe somut bilime giden ilk adımdır… Çok düşünmek, çok konuşmak, çok yazmak, çok tahminde bulunmak, çok fikir ortaya koymak, çok öneride bulunmaktır… 

Ama biz sadece çok (ve de genellikle boş) konuşuyoruz. 

Bugün ortalama bir zekaya sahip olan herkes doğru bir eğitimle, yetenekleri ve ilgi alanları çerçevesinde her şeyi yapabilir. 

Biraz daha zeki olanlar dünyayı değiştiriyor zaten. 

Bugün dünyayı değiştirmek yerine önce ülkeyi değiştirmekle işe başlasak. Bu bir kompleks değil, sadece gerçekçi olmak. Gerisi gelir zaten… Reklama gerek kalmadan hem de. Bu arada dünyayı değiştirebilecek olanlar da buyursun gelsin, hayır demeyiz kendilerine… 

******

Gerçekçi olmak demişken;

Kayıt dönemlerinde bütün orta dereceli okulların robot doktorluğu, yapay zeka eğitmenliği gibi konularda reklam afişlerine rastlamışsınızdır. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek milli bir spor oldu sanki.

Birkaç hafta önce, orta sondaki kızımın okulunda rehber öğretmenin ‘Hangi Fen Lisesi’ni hedefliyorsunuz’ sorusuna ‘Öyle bir hedefimiz yok. Eli yüzü düzgün bir devlet okuluna ya da yüksek oranlı burs alabileceği iyi bir özel okula girmesi hedefimiz’ deyince şaşkınlığını gizleyememişti. Sonra kızım anlattı: 24 kişilik sınıfın hemen hepsi -kızım hariç- Fen Lisesi hedefliyormuş. Bu arada sınıfta matematiği en iyi olan kızım ve o da ortalama diyeyim. 

Bütün bunlar ne kendimizi ne de çocuğumuzu tanımadığımızdan, çocuklarımızın ne yapabileceğini bilmememizden, tahmin edemememizden oluyor… 

Biraz da kendi olamadıklarımızı olmalarını istediğimizden. 

Benim ki de dahil, çünkü hepimizin çocukları deha (!) 

Aksini iddia eden mi var (!)

Kızımın hedefleri yok mu? Tabii ki var. Lisanslı bir yüzücü olarak önce Türkiye sonra Avrupa şampiyonluğu… Diyor ki, “Hem bu ileride antrenör olmamın yolunu açar. Başka bir iş yapamazsam bunu yaparım.”

Kızım için şu aşamada bundan daha gerçekçi ve mantıklı bir hedef var mı? 

*******

Off lafı yine nerelere getirdim ben!

Hep böyle yapıyorum di mi (!) 

Aslında ben bu hafta ‘otomobil almanın zamanı mı’ sorusunu irdeleyecektim. 

Zamanıdır, zamanı… 

Bugün yılın son günü. ÖTV indirimi uzar mı uzamaz mı bilmiyorum. 

Bence uzayacak.

Doğrusu, bu enflasyonist ortam sürdüğü müddetçe artık her zaman ‘otomobil alma zamanıdır…’

Nasıl olsa bugün aldığınız fiyatı ‘nedeni ne olursa olsun’ üç ay sonra bulamayacaksınız…

Önemli olan alabilmek, almak istemek… En azından heves edebilmek.

Bakın ben bu yıl o kadar ilgisizim ki, kampanyalara bakmak bir yana, AVM’lerin çekilişlerine bile katılmadım daha.  

Bu benim için bir milattır. 

Tüketici barometresi mi istiyorsunuz.

Alın size barometre gibi barometre. 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.