Otomobilsiz kentlere doğru

Benim neyim eksik. Ben de öyleyim. Buna artık güçlü bir argümanım da var… Sebepler farklı bile olsa…

Birkaç hafta önce içinde, benim için önemli bir toplantıya kendi aracımla gitmeye hazırlanırken, son anda vazgeçip, babetlerimi ayağıma, topuklularımı çantama atıp, eşimden beni metrobüs durağına bırakmasını istemiştim.

Hemen hemen bütün yaz boyunca yaptığım gibi.

Benim bu konuda anında fikir değiştirmelerime alışkın biri olarak tepkisi ‘Yine karizmayı çizdireceksin yani’ olmuş, ben de ‘Varsa bir karizmam ve bu kadar pamuk ipliğine bağlıysa varsın çizilsin’ demiştim.

Otomobil sahipliğine karşıt olmak

Ne kadar da artistik, felsefik, psikanalitik, agresif bir yanıt bu, heytt be kim tutar beni (!)… En azından metrobüste Hint trenlerinde olduğu gibi canlı tavuk taşımıyorlar. Şimdilik…

– Ha bu arada erkekler o büyük çantaların içinde ne var diye merak ediyor ya. İşte böyle; yedek ayakkabı, yedek ince çorap, el kremi falan… Bir keresinde bir çantamın içinde haşlanmış yumurta unutmuştum. Çocuk büyütmek kolay mı? Sabah yemediği yumurtayı yanımda taşıyayım, bir ara yediririm demiştim de, o ara unutmuşum. Ne yani çocuk proteinsiz mi kalsaydı! Sonuç olarak o gün kaldı gerçi…

Nereye gidiyor bu yazı böyle?…

 

Ne diyordum ben?

Bir noktaya kadar metrobüsle, oradan da metroyla gideceğim yere ulaşırken, elimdeki bilgisayar çantasına rağmen bir kuş kadar hafif hissediyorum kendimi. Otomobilimle trafiğe çıkıp, gittiğim yerde dakikalarca park yeri aramak ise omuzlarıma binen koskocaman bir yük gibi…

İşe gitmek için her sabah yollara koyulmak zorunda olmamamın, bilgisayarımın olduğu her yeri ofis olarak kullanabilme seçeneğine ve şansına sahip olmamın, genellikle en yoğun saatlerde binmememin de bu hafiflemede katkısı var elbette.

Otomobil sahipliğine karşıt olmak

Doğrusu her gitmek istediğimiz yere düzgün bir toplu taşıma imkanı olduğunu da söyleyemeyiz maalesef.

Keşke İstanbul’da toplu taşıma altyapısı daha geniş ve düzgün, insanlar daha medeni olabilseydi….

Otomobil sahipliğine karşıt olmak’ değil demek istediğim, sadece gerektiği zaman, keyif için kullanabilmek… Şehir içinde trafik ne kadar kâbus ise trafik tenhalaştıkça o kadar keyif… Benimkisi tamamen trafik ve park yeri fobisi yüzünden şehir içinde otomobilden uzak kalmayı tercih etmek… Dünyanın büyük kentlerinde de gerek bu nedenle gerekse başka nedenlerle aynı trend giderek yükseliyor.

Jones Lang Lasalle’in Dünya Kentleri Raporu’na göre, yaklaşık 8 milyon nüfusu bulunan Hong Kong’ta çalışanların yüzde 90’ı işine toplu taşıma kullanarak gidiyor.

Fransa’nın başkenti Paris’te yaşayanların da yüzde 80’i ya bisikletle ya toplu taşımayla veya yürüyerek işe gidiyor.

İşe giderken özel araç dışında başka yöntemleri kullanan şehirler sırasıyla Hong Kong, Paris, Şangay, Barcelona, Tokyo, Londra, Stockholm, Berlin, Oslo ve Madrid var.

Listede 7 Avrupa şehrinin bulunması dikkat çekici. Bu şehirlerde özel araç dışındaki ulaşım imkanlarını kullanmak yüzde 60’ların üzerinde.

paris-metrosu-1
İşe gidişte Paris Metrosu’nu tercih edenlerin oranı yüzde 80’lere çıkıyor.

Sözgelimi Norveç, başkent Oslo’da 2019 yılından itibaren şehir merkezine araç girişini yasaklamaya hazırlanıyor.Metropollerde çok etkili ve ileriye dönük toplu taşıma sistemleri inşa ediliyor. Ancak hızlı kentleşmenin hem toplu taşıma sistemlerini hem de özel araçlarını kullananlar için önemli bir yük getirdiği de aşikar. Çevresel kaygılar, hava kirliliği, araç emisyonlarının uzun vadede kirliliğe yol açması gibi nedenler değişimlere öncülük ediyor. Bazı kentler için alınan kararlar da bu değişimin işaretlerini veriyor.

11 milyon nüfuslu Paris’te şehir merkezinde araç kullanımıyla ilgili kısıtlamalar başlamış durumda.

Geçen yıl şehrin belli yollarında araç yasağı getirilirken, geçen temmuz ayından itibaren yaşı 19’dan büyük olan araçların Paris sokaklarında hafta içi sabah saat 8’den akşam 8’e kadar dolaşması yasaklandı.

Yasağa uymayanlara 35 Euro ile 450 Euro arasında ceza uygulanıyor. 2020 yılından itibaren de Paris’te 2011 yılı öncesinde üretilen araçlar trafiğe çıkamayacak.

Almanya’nın ikinci büyük kenti Hamburg önümüzdeki 10-15 yılda şehrin yüzde 40-50’sine özel araçların girmesini yasaklamaya hazırlanıyor.

Kopenhag, Pekin, Şangay gibi şehirlerde de benzer arayışlar var.

Ancak raporda da altı çizildiği gibi otomobiller ile insan arasındaki büyük aşkın bitmesi kolay değil tabii ki… İnsanların özel araçları dışında farklı yöntemleri kullanmaya daha fazla teşvik edebilmek için öncelikle bu duygusal bağın kopması gerekiyor.

Bu arada elektrikli otomobillerle ilgili teknolojik gelişmeler, sürücüsüz otomobillere yönelik atılımlar vs gelecek için umut veren adımlar.

Futüristlere göre, şu anda pek inanılır gelmese de, önümüzdeki 50 yıl içinde trafik sorunu diye bir şey kalmayacak. Sürücüsüz otomobillerin, küçük elektrikli araçların, manyetik, raylı sistem üzerine kurulu büyük toplu taşıma araçlarının yaygınlaşması öngörülüyor.

Teknolojik atılımlar aynı zamanda otomobillerle insanlar arasındaki duygusal bağın zayıf veya sağlam olmasını da belirleyecek unsurlar gibi duruyor.

Her şeye rağmen otomobillere olan tutkumuzun kısa ve orta vadede sonlanması pek de olası görünmüyor… Hele de keyifle kullandığımız zamanlarda…

Belma Toprak

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.