Hasetimden çatlıyorum…

Geçen hafta içinde otoajanda.com’da yer alan ilginç haberlerden biriydi.

40 yılda bir adını zikretmem gerektiğinde doğru telaffuz edip etmediğimden emin olamadığım, yazmam gerektiğinde her seferinde internetten yazılışını kontrol ettiğim 37 bin nüfuslu Lichtenstein’den bir haber.

Yine ülkenin adını kopyala yapıştır yöntemiyle yazıyorum. Lichtenstein merkezli elektrikli araç üreticisi NanoFlowcell, yeni otomobilini Cenevre Otomobil Fuarı’nda görücüye çıkarmasına yönelik bir haber. Firmanın tanıtımını yapacağı elektrikli Quant F’in saatte 380 km hıza ulaşırken, 1075 beygir gücündeki otomobilin menzili 600 kilometre olarak açıklandı.

Hangi olayın, hangi gelişmenin, hangi davranışın vs sizi ne zaman ne şekilde etkileyeceği hiç belli olmuyor. Hani uzun süre her türlü şeye katlanır katlanır, sonra da abuk subuk bir sebepten ötürü kendinizi koyverirsiniz… Görünen sebep sadece bir bahanedir… Tam böyle olmasa da, Lichtenstein –yine kopyala yapıştır yaptım-  haberi beni ‘kötümser’ ve de ‘hamasi’ düşüncelere sevkeden son damla oldu. Otomotivin başını sonunu bildiğini sanan biri olsam da; Türkiye’nin otomotivde–ticari araçta birkaç girişim dışında sadece lisanslı üretim açısından-  üretim merkezi olduğunun farkında olsam da; Türkiye’nin bu konuda 45 yıldan bu yana çok önemli adımlar attığını bilen biri olsam da; kendime engel olamadım ve içimde bir yerlerde, ülkenin o klasik aşağılık kompleksli genetiği belirdi sanırım.

Liechtenstein’tan bile otomobil firması çıktı. Ülkenin vergi cenneti olduğu argümanına sarılmayalım. Projenin ticari geleceğini sorgulamayalım. Başarılı olup olmayacağını tartışmayalım. Firmanın sahipliğini boşverelim. Bu dünyanın en küçük ülkelerinden birinde kurulmuş bir otomobil firması var mı, var… Bu firma kendi projesiyle Cenevre Otomobil Fuarı’nda boy gösteriyor mu, gösteriyor…  Her yerde haber oluyor mu, oluyor…

Liechtenstein, benim için bir sembol örnek oldu bile…

O sembolün etrafından sağlı sollu geliyorlar hepsi…

Hepsi de beni hasetten çatlatıyor.

Sanki bu ülke sınırları dışındaki herkes, insanlık yararına olan her şeyin peşine düşmüş. Hırs yapmış. Kimi teknolojiden tutturmuş, kimi sağlamlıktan, kimi fiyatından, kimi performanstan, kimi elektrikliden, kimi hidrojenden… Listeyi uzatabilirsiniz. Ve en önemlisi içinde ‘bile’ kelimesi bulunan o kadar çok cümle kurabilirsiniz ki.

Otomobil firmaları ve otomobil fuarları bir yana, Google ve Apple gibi teknoloji devleri de ‘otomotive daha ne kadar teknoloji aktararız’ konusunda büyük bir rekabet içinde…

İşin ilginç tarafı hepsi ‘sıradan’ bir devinim içinde ‘sıradışı’ gövde gösterileri yapıyor.

Sıradan olmak her zaman için kötü bir anlam taşımaz. Bazen bilinçli bir seçimdir. Büyük laflar ve büyük eylemler arasında biraz da tevazudur.

Daha sıradan olanın bile bir parçası olamamışken, fark yaratmak mı dediniz?

Sahi biz daha yerli otomobil üretecektik değil mi?

Buyrun üretelim…

Dört tekerlek bir şaşi bir motor… Pek zor olmasa gerek!

Önce sıradan olmayı başaralım. Sonrası gelir zaten… 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.